Yemek Tarifi Videolarının Salgın Sonrası için Anlamı

Bu yazı salgından çıkışla ilgili. ‘Salgından sonra ekonominin hali’ ve ‘salgın sonrası siyaset’ gibi yüksek perdeden yürütülen tartışmalardan farklı olarak yalnızca bir psikanalitik merak. Salgının ruhsal bilançosunu anlamaya çalışmanın en kısa yollarından biri, ne zaman sonuçlanacağı belli olmayan salgından çıkışı beklerken hayata geçirilmiş bireysel stratejilere bakmak olabilir: Uzun süredir rafa kaldırılmış projelere geri dönmek, ertelenen teknik eğitimleri gündeme almak, birbiri üstüne dizilmiş okumayı bekleyen kitapları raftan indirmek. Salgın boyunca el attığımız bu kişisel projelerin salgının muhtemel ekonomik veya politik sonuçlarına ne kadar derman olacağı şüpheli olsa da, salgının ruhsal anlamda yıkıcı etkilerini hafiflettiği aşikar. Örneğin, uzun yıllardır gündemde olan yabancı bir dil, hem zorlu salgın deneyiminde sarsılan bireyi baştan kurabilir, hem de gittikçe belirsizleşen ekonomilerle başa çıkabilecek emek piyasası donanımını sağlayabilir. Ya da online bir sertifika sahibi olmak salgın sürecinde hem bireyi bir arada tutup hem de gelecek tahayyülünü sağlamlaştırabilir. Bu yazıda ele almak istediğim tedbir ise, salgın döneminde yıldızı parlayan ancak hepimizin uzun zamandır farklı vesilelerle aşina olduğu bir fenomen: Yemek tarifi videoları. Peki, salgının gözdelerinden olan yemek tarifi videoları bizleri salgın sonrasına nasıl hazırlar?

Pektabii yemek tariflerine olan ilgimiz salgın dönemiyle sınırlı değil. Ancak yine de, yemek tarifi videolarına salgın döneminde artan ilginin iki genel sebebi olabilir: Maddi içeriği baz alan pedagojik nedenler (yemeğin yapılışına dair) ve yemek yapmanın sembolik yönünün sağladığı işlevler (maddi içeriğin ötesindeki işlevine dair). Pedagojik sebepleri geniş bir yelpazede ifade etmek mümkün; mutfağa yeni girenlerin yemek yapmanın esaslarını öğrenmesine olanak sağlanması, yemek pişirme bilgisi hallice olanların yeni teknikler ve tarifler bulabilmesi ve bu konuda mahir olanların ise ilham almasına vesile olması gibi. 

Fotoğraf: John Cameron

Fotoğraf: John Cameron

Her ne kadar pedagojik yönü kadar görünür olmasa da yemek tariflerini izlemenin ruhsal açıdan katkılarının hiç de azımsanamayacak boyutlarda olduğu aşikâr. Yemek videoları salgınla beraber bir çoğumuzun yitirdiği kontrol duygusu ve bunun yarattığı yıkıcı belirsizliğin sekteye uğrattığı iç dengemizi yeniden kazanmaya yardımcı olan sembolik bir ilişki sağlayabilir. Başka bir ifadeyle, yemek tarifi videolarının salgınla beraber kendini çaresiz hisseden ve bu salgının gerektirdiği adımları at(a)mayan yönetimler nedeniyle belirsiz bekleyişi de derinleşen bireyi işlevselleştirdiğini düşünebiliriz. Bu iki tip nedenden dolayı yemek videolarının kerameti, salgınla beraber kendini bir anda evde bulan birçoğumuz için ‘Eyvah, şimdi ne olacak?’, ‘Krizden sonra beni/bizleri nasıl bir dünya bekliyor?’ sorularıyla aramıza mesafe koymamızı sağlamasından geliyor.

Buraya kadar bahsettiğim nedenlerin salgın döneminde koruyucu bir işlevi olduğu muhakkak. Fakat, yemek tariflerini izlemek bizi salgın sonrasına hazırlayabilir mi? Yemek videolarını izlemek gelecekte getirisi daha ‘çok’ olabilecek kişisel gelişim alanlarına (dil öğrenmek, ertelenen teknik eğitimleri online tamamlamak vb.) yatırım yapmaktan yeğ midir? Yemek videolarını izlemek, birçoklarının dediği gibi, sadece vakit öldürmek midir? Yemek tarifi izleyen kişi, işini bilmeyen, salgın sonrasının gerçeklerini görmezden gelmeye çalışan ve kendini salgın sonrasına hazırlamayan, midesine düşkün bir naif midir?

‘Yemek tarifi videoları izlemek bizi salgın sonrasına hazırlar mı?’ sorusuna hakkıyla cevap verebilmek için yemek tarifleri alt kültürünün nevi şahsına münhasır iç dinamiklerine bakılmalı. Yemek tarifi videoları alt kültürüne yabancı olanların anlamakta zorlanacağı bu dinamikle benim karşılaşmam yıllar öncesine, eğitim vesilesiyle Kanada’ya taşındıktan sonra özlediğim yemekleri yapabilmek için mutfağa girdiğim zamanlara denk geliyor. Sıcak iklime sahip herhangi bir ülkeden Kanada’ya taşınan herkes gibi, Kasım ayında bir anda bastıran soğukların şaşkınlığını yatıştırmak için, mutfağa menemen (henüz Türkiye'yi ikiye bölmemiş olan soğanlı versiyonunu) ve hazır makarna gibi basit sayılabilecek birkaç yemek repertuarı ile girdim. İlkin anlamakta güçlük çektiğim temel gözlemim şuydu: yemek tariflerini izleyenlerin önemli bir çoğunluğunun bu videolarda ne aradıklarının bir muamma olması.

Bu gözlemi somutlaştırmak için bir örneğe bakalım: YouTube yemek tariflerine yolu düşenlerin muhakkak denk geldiği Refika Birgül'ün Temmuz 2020 itibariyle yarım milyon defa izlenmiş bulgur pilavı tarifine bakalım(1). Bu yazının merkezi sorusuna bulguru ekleyerek devam edelim: Salgın döneminde bulgur pilavı tarifini izlemek bizi salgın sonrasına nasıl hazırlar? Yemek tariflerinin pedagojik ve psikolojik boyutlarına geri dönersek bulgur pilavı tarifi videosunun—diğer bir salgın dönemi favorisi olan ekşi mayalı ekmekte olduğu gibi—salgının yarattığı belirsizliğin altında ezilmiş bireyin öngörülebilirlik ihtiyacını denk gelen bir sembolik alışveriş sağladığı söylenebilir.

Fotoğraf: Victor He

Fotoğraf: Victor He

Fakat Refika Birgül’ün—bulgur pilav tarifini adım adım anlatması dışında bir şey yapmadığının açıkça görüldüğü—videosuna gelen yorumlara baktığımızda karşımıza bambaşka bir tablo çıkıyor. Bu etkileşimi üç genel temada özetleyerek odağımızı netleştirelim. Yorumlardaki en belirgin tema çoğu zaman arkadaşça olduğu görülen ve tarifsel dokundurmalar diye adlandırabileceğimiz yorumlar: “Yalnız havuç rendelenirse salataya girer, mutlaka bıçakla boyuna doğrayın lezzetli olacaktır”, “Yeşil biberi unuttunuz”. İkinci grup ilk gruba nazaran fikir ayrılıklarının daha öne çıktığı yorumlar: “Pilav sade değil. Nohutlu, havuçlu, bol baharatlı. Tarif videosunun başlığında belirtilmeliydi”, “Bulguru yıkamadınız nasıl olacak? Yine de ellerine sağlık”, “Ben bu pilavı aynen sizinki gibi hazırladım hiç beğenmedim kusura bakmayın.”  Son tema, okurken bulgur pilavı tarifi videosunu izleyenlerin arasında bu yemeği öğrenmek için izleyenlerin de olduğunu anladığımız şükran ifadeleri teması: “Yaptım çok lezzetli oldu. Emek verdiğiniz video için teşekkür ederim.” Kabaca tematize etmeye çalıştığım izleyici yorumlarının salgın öncesi ve sonrası videolarda da var olduğu, herhangi bir yemek tarifi videosu açıldığında görülecektir. O halde soruyu daha net bir şekilde soralım: Sık sık izlendiği halde neden izlendiği belli olmayan yemek tarifi videoları bizleri salgın sonrasına nasıl hazırlayabilir?

Formüle ettiğimiz soruya yanıt bulmak için, bu yorumların istisnailiğini ortaya çıkarmamız gerekiyor. Bunu anlayabilmek için, yemek videolarının altındaki yorumları diğer çevrimiçi platformdaki halleriyle  karşılaştırılalım. İnternette, nazikçe kabalaşma olarak nitelendirebileceğimiz bu davranış yelpazesi kişileri veya grupları bağlamından koparıp hedef alan birtakım saldırıları kapsıyor. Burada muhatap olunan konunun içeriğinden ziyade sabotaj amacı güden saldırılar, psikolojik linçler, hakaret, tehdit ve şantaj gibi bir dizi davranış kalıbı karşımıza çıkıyor. Bordrolu bir şekilde kişilere ve gruplara yönelik örgütlü saldırılar kabalaşma spektrumun bir ucu ise, sinik bir tavrın egemen olduğu küçümseme, hafife alma ve aşağılama gibi kabalığın görece hafif formlarının bulunduğu diğer uca kadar geniş bir aralıktan bahsetmekteyiz.

Psikanalitik perspektiften bakıldığında, internet yorumlarındaki kabalaşmayı anlaşılmaz kılan bu eylemlerin yıkıcılığı değil. Diğer bir ifadeyle, şahit olduğumuz, maruz kaldığımız, belki de kendimizi kimi zaman icra ederken bulduğumuz ya da aklımızdan geçirdiğimiz kabalık hallerinin karşımızdaki kişi üzerindeki etkisinin yıkıcı olması (dengesinin bozulması, etkilenmesi, afallaması, aşağılanmış hissetmesi) elbette ki şaşırtıcı değil. İnternet yorumlarındaki kabalık hallerini şaşırtıcı yapan, bu tarz ilişkilenmelerin ve etkileşimlerin çevrimdışı hayatlarımıza hiç benzememesi. Her türlü uzlaşmaya karşı çıkan, birbirine süreklilikle ve her fırsatta kırmızı çizgileri hatırlatan ve ya bir fikri veya kişiyi toptan yok etme amacını güden hallere psikanalitik perspektiften bakıldığında anlaşılmaz olan şey günlük hayatta bu gürültülü öznellik formlarının internettekine kıyasla son derece az olması. Bu gözleme daha yakından bakmak için birçok—belki de her—iş yerinde, işinden memnun olmayan yığınların işinden memnunmuş; birbirinden memnun olmayan birçok insanın birbirinden memnunmuş; üstünden memnun olmayan birçok insanın üstlerinden memnunmuş gibi bir uzlaşıyla çalışmaya devam etmelerinde görebiliriz (2). Bu uzlaşının görülme sıklığını kendi hayatlarımız bağlamında düşündüğümüzde aynı gözlemi paylaşmak rastlantı sayılmaz. Çevrimdışı hayatta uzlaşma kural, aksi istisnadır. 

Çevrimiçi platformlarda dışarıya karşı topyekûn bir reddiye ve uzlaşma karşıtlığı olarak görünen kabalık halleri psikanalitik açıdan şaşırtıcı olabilir. Fakat, hâletiruhiye olarak trollük psikanaliz  için hiç de yabancı bir durum değil. Eğer, trollük denen mefhum, bir kişiye, bir gruba ya da bir duruma karşı nüanssız ve topyekün bir saldırıysa, psikanalitik bakış bu hâletiruhiyeyi dışardan görünmeyen bambaşka bir yerde bulur: Kişinin kendisinde. Kişinin kendisine sürekli bir biçimde—çoğunlukla farkında olmadan—takındığı bu tutum kendini trolleme ya da trol hâletiruhiyesi olarak farklı formlarda karşımıza çıkar.

Fotoğraf: Jr Korpa

Fotoğraf: Jr Korpa

Kendine yönlendirilmiş trol hâletiruhiyesini resmetmeye çalışalım. Günlük hayatta sıkça karşılaştığımız olağan bir deneyime odaklanalım: Kayıp ve kayba verdiğimiz tepki. Bunun için, sevgilisinden ayrılmış bir gencin ayrılıktan sonra şanslıysa arkadaşına, daha da şanslıysa ebeveynlerine, tekrar tekrar inanarak söylediği sözlere kulak verelim: “Bir daha birini bulamayacağım”, “Hep benim suçum”, “Çok çirkinim”, “Sevilecek biri değilim”. Bu tekrar eden sözlerin trollük hâletiruhiyesiyle ortaklaştığı yer, işte bu küçümseyen, şans tanımayan, toptancı, sabırsız, karamsar ve yıkıcı tavırdır. Yemek tariflerine olan ilginin en önemli taraflarından biri ise bu tavırların açık ve şaşırtıcı bir şekilde olmamasıdır.

Kendine yönlendirilmiş bu sabote edici, afallatan, küçümseyen saldırıların ifade ettiği kabalık hallerini bir kişisel çözüm yöntemi olarak etkisiz kılan şey, çok yönlü ve boyutlu bir faciayı—ayrılık deneyimini—bir tek cevaba indirgeyerek (hep benim suçum! Ya da, hep onun suçu!) halihazırda zor olan bu deneyimi daha da güç kılmasıdır.  Bu trol hâletiruhiyesinin bir terapist için tedirgin edici yönü, halihazırda bir facia olarak deneyimlenen kaybın neden bu şekilde yaşanıyor olduğunu muğlak kılmasıdır. Diğer bir ifadeyle, trol hâletiruhiyesi, facia olarak yaşanan ayrılıktan çıkarken alınması gereken tedbir ve sorumlulukları tanınmaz hale getirir. Christopher Bollas’a göre tek-neden veya tek-çözüm dayatan bu anti-demokratik hâletiruhiyeyi etkisiz kılan şey, kişileri ayrılığa götüren bu hallerin çatışmanın diğer yönlerini susturan, sansürcü yönüdür (3). 

Şimdi ise yine psikanalitik bakışı kendimize yönlendirdiğimiz bu yıkıcı hâletiruhiyenin karşıtı olarak konumlandırdığı şeye—yemek tariflerinde sessiz bir biçimde icrasına şahit olduğumuz—demokratik hâletiruhiyeye bakalım. Demokratik hâletiruhiyenin en belirgin özelliği teklik ya da bir uzlaşma talep etmeyip facia olarak deneyimlenen durumu anlamaya çalışırken sıklıkla birbiriyle çelişen açıklamaları hazmedebilmesidir. Trollük hâletiruhiyesi kısa kesmeyi, çelişkisiz ve net bir cevabı talep ederken, demokratik hâletiruhiye çelişkiyi işleyişin bir parçası olarak görür. Bu psikanalitik noktayı test etmek için sevdiğimiz bir arkadaşımız hakkında uzunca bir süre düşünüp konuşmayı önerir Christopher Bollas. Biz ise bunu beğendiğimiz herhangi bir şeye uyarlayabiliriz. Örneğin bu sevdiğimiz bir siyasal parti, iş ya da bir şehir olabilir. Sesli bir şekilde bir başkasına o sevdiğimiz siyasal parti, öğretmen, ebeveyn ya da çocuk hakkında konuştukça—konuşmanın cezalandırılmayla sonuçlanmayacağını hissettiğimizde—konu bir yerden sonra sadece ‘iyi’ tanımlamasından ve bahsi geçeni güzellemeden çıkar. Konuşma, her ne kadar dışarıdan tutarsızlık olarak görülse bile, bahsi geçen kişi, yer, ya da şeyin hazzedilmeyen taraflarına, çoklu deneyimlere kayar: İstanbul güzel şehir ama…

Psikanalitik bakış demokratik hâletiruhiyeden bahseder ancak, bunu salık verdiği ya da kabul ettirmeye çalıştığı bir gizli gündemi olduğu için yapmaz. Aksine, demokratik hâletiruhiye kendi dışımızdaki ile kurduğumuz bağın doğal bir sonucudur (4). Bunu anlamanın en kolay yolu, sevdiğimiz hemen hemen her şeye ve kişiye karşı ikircikli ilişkimizde görebiliriz. Bir ebeveynin çocuğuyla ilişkisi sadece sonsuz sevgiden ibaret olmaktan uzaktır. Çocuk anne-baba için sürekli bir biçimde birden fazla şey ifade eder. 

Çocuk, mesela, anne-babayı dış dünyadan mahrum bırakan bir bakım gerektirdiği için, ebeveynleri çocuk öncesi sosyalliğinden, toplumsal yerinden—geçici olarak da olsa—mahrum bırakan bir ilişkiyi mecbur kıldığından ebeveynlik deneyimi ikirciklidir. Her anne babanın iyi bildiği gibi ebeveynlikten yorulma ancak yorulmayı bunu anlamayandan gizleme bahsedilen ikircikliliğe tipik bir örnektir.  

Psikanalitik bakışa göre ise ikircikli olmak, kötü bir anne-babalık göstergesi değil, işlerin yolunda gidiyor olduğunun temel emarelerinden birisidir. İkircikli oluş ve uzlaşı gayreti, trol hâletiruhiyesinden bakıldığında her ne kadar kaçınılması gereken, beceriksizlik, geride kalmışlık, mağduriyet ve korkaklık alameti olarak okunsa da, ikircikliliğin deneyimin doğal bir parçası olarak yaşanması faciadan çıkışa ilişkin en kestirme yollardan biridir.

Yemek tarifi videolarına salgın süresince gösterdiğimiz ilginin salgın sonrası ile olan ilişkisi işte tam olarak burada yatıyor. Bunu görebilmek için, tematize ettiğimiz pedagojik bazlı izleme şekillerine yeniden dönelim. Önce tarif videolarını bu yemekleri bilmediği için izleyen grubu hatırlayalım. Bilmediği yemeği öğrenmek için izleyen biri, salgından çıkışın sürekli bir biçimde başkalarına daha az güvenilecek bir reçeteye bağlanılmasına rağmen (birikim yapmak, stok yapmak, hem bireysel hem devletler düzeyinde dışarıya bağımlı olmamak) ilişkiselliğe kanca atar. Başkasına güvenmeyi sadece kırılgan bir risk olarak değil aynı zamanda bir haz olarak yaşar. 

Az bilenin, bildiğinin tek yol olduğuna ikna olup bunu dayatmak yerine başka bir perspektife (farklı bir bulgur pilavı tarifine) ilgi duyması, farklılığın yok edilmesi gereken bir kusur olarak görüldüğü kurumsal başarı ve performans kriterlerinin hâkim olduğu bir ortamda, çözümü ilişkisel bir adreste aradığı için eşsiz bir sembolik değerdedir. Az bilenin, bilmeyenin, iyi bilenin ya da izleyip beğenmeyenin, bu fikir ayrılığını içerik temelli bir argümanla dile getirmesi takdire şayandır.  Bu bakımdan, yemek tarifiyle kurulan ilişki demokratik hâletiruhiyenin sessiz fakat görkemli bir şekilde icrası olarak okunabilir.

Demokratik hâletiruhiyenin açtığı olanaklar alanının salgın döneminde yemek üzerinden gerçekleşmesi de tesadüf değildir. Yemekle kurduğumuz ilişki bebeklikten itibaren ruhsal durumumuzun en belirgin olarak görüldüğü deneyimdir. Mesela, emzirilmek hiçbir zaman bir fizyolojik ihtiyacın giderilmesinden ibaret değildir çünkü bebek sadece acıktığında doyurulmaz. Doğar doğmaz beslenmek fizyolojik bir ihtiyaç olmaktan çıkar ve—ebeveynlerin çok iyi bildiği gibi—bebekler aynı zamanda sıkıldıklarında, uykuları gelmediğinde, uykuları geldiğinde ve huzursuz olduklarında da doyurulur. Iris Murdoch bir filozofu anlamak istiyorsak onun neden korktuğu sorusunu sormamız gerektiğini önerir. Psikanaliz ise kişiyi anlamak için kişinin yiyecekle kurduğu tuhaf ilişkiye bakmamızı tavsiye eder. Aşina olduğu coğrafyadan başka bir coğrafyaya göçen, hayatı birdenbire radikal bir değişime uğramış birinin yeni durumdaki hâletiruhiyesini anlamanın en kolay yollarından biri, o kişinin hangi yemekten korkup hangi yemekleri sevdiğine bakmaktır: “Bu şeyi nasıl yiyorlar anlamıyorum?”, “Evet, biraz benziyor, ama hiçbiri bizim X’in yerini tutmuyor”, “Öldürseler yemem!”. Bu yüzden, salgın döneminde yemek tarifi videoları başkalarıyla kurduğumuz ilişkinin kırılganlığına ve salgın sonrası dünyanın belirsizliğine  rağmen, salgından çıkış yolunun kimseye ihtiyacı olmayan güçlü bireyden değil  demokratik birliktelikten geçtiğini hatırlatır. Çünkü yemeği yenilebilir kılan şey, İngiliz psikanalist Adam Phillips’in (5) çok güzel ifade ettiği gibi, yemeğin yenilebilir olması değil, iştahtır! 

Yakın okumaları kadar fikir ayrılıklarını da esirgemeyen Ezgi Doğru, Gökbörü Tanyıldız, Orçun Atilla, ve Robin Aygaz’a bir defa daha teşekkür borçluyum. 


Notlar:

1. YouTube, https://www.youtube.com/watch?v=tIOcmtvrl-w&t=1s

2. Leader, D. (2013). Strictly Bipolar. Penguin UK. 

3. Bollas, C. (2018). Meaning and melancholia: Life in the age of bewilderment. New York: Routledge. 

4. Stern, D.N. (2004). The Motherhood Constellation: Therapeutic Approaches to Early Relational Problems. New York: Guilford Press . 

5. Phillips, A.  (1998). The Beast in the Nursery: On Curiosity and Other Appetites. New York: Vintage Books.